Konut Hakkı ve Deprem

date
Feb 6, 2024
slug
deprem
status
Published
tags
insan-haklari
summary
Konut hakkı; kişinin yaşam hakkının korunması, ruhsal ve fiziksel tam bir iyilik hali olan sağlık hakkı, temiz ve yaşanılır çevre hakkı, hiçbir engele takılmaksızın süreklilik göstermesi gereken eğitim hakkı, buna bağlı olarak da, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı gibi haklarla doğrudan bağıntılı bir haktı. Bütün bu hakların adeta ortak bileşenidir.
type
Post
KONUT HAKKI ve DEPREM
Hak; hukuk düzeni tarafından korunmaya değer menfaat olarak tanımlanmaktadır.
1982 Anayasasının “Sağlık, çevre ve konut” başlıklı VIII. Bölümünde 57 maddede “B. Konut hakkı” başlığı altında Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler  düzenlemesine yer verilmiştir.
Gerek Anayasanın 57 maddesindeki bu  açık düzenlemede ve gerekse, Anayasanın. “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma”  başlıklı 90. maddesine 7/5/2004 tarihinde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” şeklinde eklenen son cümle ile, konut  hakkını düzenleyen milletlerarası anlaşmalarda da “ konut hakkı” temel bir insan hakkı olarak tanımlanmıştır
Konut hakkı;  kişinin yaşam hakkının korunması, ruhsal ve fiziksel tam bir iyilik hali olan sağlık hakkı, temiz ve yaşanılır çevre hakkı, hiçbir engele takılmaksızın süreklilik göstermesi gereken eğitim hakkı, buna bağlı olarak da, kişinin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkı gibi haklarla doğrudan bağıntılı bir haktı. Bütün bu hakların adeta ortak bileşenidir. Konut hakkı tam ve eksiksiz olarak sağlanmamışsa, diğer hakların tam ve eksiksiz kullanımı olanaklı değildir.
Konut hakkının bu ortak bileşen olma hali ve konut olmaksızın bir kentten bahsedilemeyeceği gerçeği karşısında, hem konut hem de konut hakkı, kentin ve kentli haklarının temel taşlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25. maddesinin 1. fıkrasında, “herkesin gerek kendisi gerek ailesi için yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım ve gerekli sosyal hizmetler de dahil olmak üzere, sağlık ve refahını sağlayacak uygun bir yaşam düzeyine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık veya geçim olanaklarından kendi iradesi dışında yoksun bırakacak başka durumlarda güvenliğe hakkının olduğundan” söz edilmiştir.
1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 11. maddesinin ilk fıkrasında,  “Bu Sözleşmeye Taraf Devletler, herkese, kendisi ve ailesinin beslenme, giyim ve konut dahil, yeterli bir yaşam düzeyi ve yaşama koşullarını sürekli olarak geliştirme hakkı tanır’’  denmektedir.
1992 yılında Avrupa Konseyi’nce kabul edilen “Avrupa Kentsel Şartı” belgesinde “konut hakkı”,  kentli haklarından biri olarak tanımlanmıştır. 1980 ve 1982 yılları arasına gerçekleştirilen “Kentsel Rönesans İçin Avrupa Kampanyası” sürecinde  mevcut konut stokunun iyileştirilmesi, temel konulardan biri olarak ele alınmıştır.
Konut temel olarak; bireylere ait bir mekândır ve kentsel varlıkların simgesi niteliğindedir. Ayrıca tüm bireylerin, erişmek için önemli derecede maliyetine katlandığı harcama kalemlerinden biri olan, en öncelikli yaşam birimi de konuttur. Çalışma, dinlenme ve ulaşımın yanı sıra konut da kent hayatının önemli fonksiyonlarından  görülmektedir. (Avrupa Konseyi, 1992).
Özünde bireyin yaşamını maddi ve manevi varlığını sürdürmek için temel bir gereksinim olan konut; sermaye birikiminin büyük çoğunluğunun kentsel rant üzerinden oluşturulduğu günümüzde konutun, kullanım değeri yerine piyasa değeri ile ön plana çıkmasını sağlamıştır. Bu durum da, konutun manevi değerini, sığınılacak sıcak bir yuva özlemini öldürmekte ve onu maddi bir olguya dönüştürmektedir. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2461664
Deprem en genel tanımıyla; yer kabuğunun en üst tabakasında bulunan tabakada yer alan fay hattı ile bilinen kırıkların hareket etmesidir. Oluşan gerilime göre şiddeti değişen bu doğa olayı, bu gerçeği kabul etmeyen ve bu gerçekliğe göre inşa edilmemiş yapıların yıkımına neden olmaktadır.  Artan kent nüfusu ile birlikte  her geçen gün daha da artan ve bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeğinden de uzaklaşılarak yapılan konutlar, yaşanan ve yaşanacak depremlerle birlikte binlerce insanımızın öldüğü felakete dönüşmektedir.
Deprem gerçekliğini bilerek, depremde can kaybını önleyecek yapıların inşa edilmesi zorunludur.
Maraş’ta 6 Şubat’ta gerçekleşen ve 11 ilimizi etkileyen depremler, bunları takip eden artçı ve bağımsız depremler;  sayısı bu gün henüz netleşmemiş, -resmi kayıtlarda netleşmişse de- bir infiale neden olmamak için saklanan binlerce insanın ölümüne, binlerce yapının yıkılmasına ve yine binlerce yapının ağır hasarlı hale gelmesine neden oldu.
Bu depremler, 1999 Gölcük depremi ile kısmen farkına vardığımız “bir deprem ülkesi olduğumuz” gerçeği, büyük ve acı kayıplarla kendisini bir kez daha hissettirdi. Coğrafyamızda “Depreme dayanıklı yapılar” inşa etmek için gerekenler konusunda duyarlılığımızı arttırdı.  Depreme dayanıklı yapılar inşa etmeyenlere, denetlemeyenlere ve bunların hukuki ve cezai sorumluluklarına bir kez daha ve daha yakından bakma zorunluluğunu gündeme getirdi.
Türkiye Cumhuriyetinin depreme ilişkin temel yasası, 1959’da yayınlanan 7269 no'lu 'Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun' dur. Bu kanun 1968 yılında  güncellense de önemli kısmı bugüne kadar aynı kalmış bir yasadır. Bu yasaya dayanılarak  “Afet Sebebiyle Hak Sahibi Olanların Tespiti Hakkındaki Yönetmelik” çıkarılmıştır. Depremde zarar görenler temel olarak bu yasa ve yönetmelik kapsamında hak aramak, hak sahibi olmak durumundadır. Şüphesiz ki, depremde zarar görenlerin hak sahipliği, koşulları, haklarına kavuşamayanların yasal itiraz ve dava yolları bu yazının sınırlarını aşmaktadır. Ancak, her temel insan hakkı gibi, “konut hakkı” kapsamında da, bu hakkın gereği gibi kullandırılmasından sorulu olan devlettir. 1982 Anayasasını “Yargı yolu” başlıklı 125.maddesinin son fıkrasına göre; “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”
Depreme dayanıklı yapılar inşa edilmesinde;  tek bir kişinin yada tek bir kurumun sorumluluğundan değil, kolektif  bir sorumluluktan söz etmek gerekir.
Konut olarak kullandığımız yapılar bir ‘eser’dir. Eseri üretenin bir sorumluluğu olacağı açıktır. Ancak, bu eserin görünen maliki, müteahhit yada toprak sahibi olsa da, bu eser birçok meslek disiplininin birlikte çalışması ve kamu kurumlarının da denetim ve gözetimi altında meydana gelen “özel bir eser”dir.
Bu ‘özel eser’;  müteahhit, taşınmaz arsa sahibi, mimarlar, mühendisler, yapı kontrol görevlileri, yapı çalışanları, onay veren ve denetleyen idareler eliyle meydana getirilen ve son olarak “yapı kullanın izin belgesi” ile “konut olarak kullanımı uygundur” denilen ve yurttaşın konut olarak satın aldığı,  kullandığı süreçlerden geçen ‘özel bir eser’dir. Bu niteliği gereği, eğer yaşanan depremde bu ‘eser’ yıkılmış ve can ve mal kaybına neden olmuşsa, sıralı olarak tüm sorumluların; bu ‘eserin’ oluşumuna eylemli yada eylemsiz katılan herkesin durumunun sorgulanması ve kusurları oranında cezalandırılması zorunludur.
Depremde bir zarar meydana gelmiş ise bu zararın niteliğine göre, depremzedelerin;
  • Ceza hukuku yönünden,
  • Özel hukuk yönünden,
  • İdare hukuku yönünden,
  • Vergi hukuku yönünden,
  • Sağlık hukuku yönünden,
  • Afetzedelere yıkılan veya ağır hasar gören yapılar sebebiyle konut veya iş yeri için sunulan destekler yönümden,
  • Depremzedelerin Mahkemeye erişim hakkı açısından Adli Müzaharet (Adli Yardımlaşma) yönünden hakları bulunmaktadır.
Türkiye Barolar Birliği tarafından, 1999 depremi sonrası hazırlanarak ilk baskısı ağustos 1999’da yapılan ve ardından 2001 yılında yeniden gözden  geçirilerek düzenlenen “Depremzedeler İçin Rehberi” adlı kitapçık, değişen mevzuat ve yeni uygulamalar nedeniyle ortaya çıkan konularda eklenerek güncellenmiş ve Şubat 2023 tarihinde yayınlanmıştır. (https://d.barobirlik.org.tr/2023/DepremzedelerIcinHukukRehberi/4/) Bu yazının sınırlarını aşan ayrıntılara buradan ulaşılabilir.
Yaşanan bu büyük felakete rağmen, yöneticilerin,  “deprem” olgusunun ülkemiz için gerçekten bir “beka sorunu” olduğunu idrak etmek yerine, depremin açtığı yaraları hukuksal düzlem içerisinde adil ve hızlı şekilde sarmak yerine,  maalesef “depremden siyaseten çıkar sağlama” davranışı  içerisine girdikleri gözlenmektedir.
Depremde yıkılan yapıların sahiplerine verilmek üzere yeni yapılar ve yerleşim yerinen ilişkin kurallar belirlenmiş ve yayımlanmıştır. 24 Şubat 2023 tarih ve 32114 sayılı resmi gazetede yayımlanan “Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”ne göre öngörülen “yerleşme ve yapılaşma” kavramı maalesef çağın bilimsel bilgi düzeyinden uzaktır. Bu güne kadar yapılan ve binlerce insanımızın ölmesine, milyonlarca inanımızın evsiz kalmasına neden olan yanlışların devam edeceği endişesini doğurmaktadır.
Kararnamenin “Yerleşme ve yapılaşma hususunda alınan tedbirler” başlıklı 2 maddesinin 4 fıkrasında “Köy yerleşme alanları dahil belirlenen kesin iskan alanlarında, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca onaylanacak plan ve imar uygulamaları beklenmeksizin, jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu doğrultusunda, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca onaylanacak vaziyet planına ve düzenlenecek yapı ruhsatına göre uygulama yapılır.” denmektedir.
Bir kentin anayasası sayılan planlar yapılmadan, onaylanmadan, sadece “jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu doğrultusunda,” belirlenen bir alana “vaziyet planına” göre ruhsatlandırma işlemi ile sağlıklı bir kent kurmak, o kentte yaşayanlara sağlıklı konut üretmek mümkün değildir.
Tekrar hatırlatmak gerekir ki; Anayasanın 57 maddesi devlete; “.şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri” alma görevini vermektedir.
“Plansız kentler” yapmak devletin görevi değildir. Tam tersine “plansız kentler”in oluşmasını önlemek devletin Anayasal görevidir. Plansız kentler, kontrolsüz yapı stokları, dün ve bu gün olduğu gibi yarınki felaketlerin de habercisidir. 06.02.2024

© Mustafa Çinkılıç 2024 - 2025